ROMANTİK YOL: Almanya’nın Masalsı Rotası

YAZI: Buket Ceylan

Almanya deyince aklınıza ilk ne geliyor diye sorsam ne dersiniz? Puslu havası, üzerinde duman tüten sanayi şehirleri, devasa fabrikaları, disiplinli Alman halkı, gurbetçilerimiz… Sanırım bu ülkeyi milletçe bilinçaltımıza endüstri ülkesi diye kazımışız. Bu yüzden çoğumuzun seyahat listelerinin baş sırasında yer alan bir memleket değil. Hani en fazla kalkar Berlin‘e giderim diyorsanız, benim gibi yanılıyorsunuz demektir. Çünkü madalyonun bir diğer yüzü, yani ülkenin güneyinde bulunan Bavyera bölgesi var ki insanı resmen kendine hayran bırakıyor.

almanya

Almanya’nın tüm güneydoğusunu kaplayan Bavyera aynı zamanda ülkenin en büyük eyaleti.

PEKİ ROMANTİK YOL NEDİR?

Vikipedi’ye göre ”Almanya’nın orta kısmıyla güney kısmını birbirine bağlan, kuzeyde Wüzburg güneyde Füssen arasında kalan, yaklaşık 400 km uzunluğundaki tematik bir yol rotası.” Bana sorarsanız çok daha fazlası! Almanya algımı 180 derece değiştirmeme sebep olan ülkenin romantik ve masalsı yüzü. Aynı zamanda 2. Dünya Savaşı sonrası Hitler yüzünden dünyanın gözünde korkunç bir imaja sahip olan ülkenin kurtarıcı meleği.

rothenburg ob der tauber

Bu fotoğraf daha başlangıç… Bavyera’yı Almanya’nın en fotojenik eyaleti olarak  ilan ediyoruz.

Esasen Romantik yol, savaştan sonra Amerikalı askerler tarafından keşfedilmiş. Sonrasında ise savaşın kötü izlerinin silinmesi ve turizmin canlanması için halk ve devlet eliyle oluşturulmuş iyi bir turizm projesine dönüşmüş. Görünüşe göre başarılı da olmuş. Günümüzde bir yıl içerisinde yaklaşık üç milyona yakın seyahat sever bu rota üzerinde ki kasabaları ziyaret ediyor.

romantik yol

Romantik Yol’da ziyaret edebileceğiniz  kasaba ve şehirleri

Almanların tarih ve kültürlerini nasıl koruyup kolladıklarının en güzel örneği olan bu rota üzerinde yemyeşil doğa, göller ve belki klişe olacak ama kartpostalları aratmayacak manzaraların yanı sıra, Ortaçağ’ı tam anlamıyla yansıtan kasabaları, kiliseleri ve sanki masal diyarlarından kopup gelmiş şatoları görebilirsiniz.

İlk Durak: ELTZ KALESİ

Bavyera bölgesi Ortaçağ görüntüsünü koruyan kasabalarıyla ve bu kasabaları birbirine bağlayan Romantik Yol rotası ile ünlü olsa da bir de Romantik Yol’un en çok ziyaret edilen şehri Rothenburg ob der Tauber ile kesişen Kaleler Yolu var. İşte o yol üzerindeki şatolar benim bu yolculuğa çıkmamın esas sebebi oldu. Bu yüzden bizim  5 günlük rotamıza daha çok Kaleler Yolu güzergahındaki Romantik Yol kasabaları ile Heidelberg şehri ve Hohenzollern Kalesi dahil oldu. Ortaçağ Almanya’sının savunmasında kullanılan kalelerden gördüklerim arasında beni en etkileyenlerden biri ise Eltz Kalesi oldu. Almanya’nın Moselle Nehri kenarındaki bir vadi içinde, kayalık bir zeminin üzerinde yükselen bu muhteşem şato, görenlerin kalp atış hızını bir anda artırabilecek kadar büyüleyici.

eltz satosu

Dünya gözüyle göremeseydim, hayalet olup musallat olacaktım. Şükürler olsun gördüm, rahatlayabiliriz.

Koblenz ve Trier şehirleri arasında kalan bu şato yaklaşık 40-45 metre yüksekliğinde ve tam sekiz adet Gotik tarzda kulesi var. Zamanın önemli ticaret yollarını korumak amaçlı yapılmış bu kale Eifel Dağları’nın koruması altında olduğu için savaşların gırla olduğu dönemlerde keşfedilip istila edilememiş. Bu yüzden hiç zarar görmeden paçayı kurtarmış. Ta ki 1920’de kazara çıkan yangına kadar. Bu yangının ardından kısa süre içerisinde onarımı tamamlanan Eltz Şatosu bu talihsiz olay dışında 800 yılı aşkın bir süredir hala bütün heybetiyle yerli yerinde duruyor. 

burg eltz satosu

Şatoya ulaşmak için 20-25 dakika kadar orman yolunu yürümek gerekiyor. Fakat gözünüz korkmasın çünkü yol boyu kalenin değişik açılardan fotoğrafını çekelim derken yol hemencecik bitiverecek. Asıl sıkıntı, dönüş yolunda yokuş yukarı çıkmak.

Bu arada bu şato veya kale, 12. yüzyıldan bu yana Eltz ailesinin özel mülküymüş. Hatta şato, zamanında miras kavgasına tutuşan ailenin üç kardeşine ve onların ailelerine aynı anda ev sahipliği yapmış. Öyle ki şatonun içinde bu ailenin 100 ayrı ferdine ait olarak düzenlenmiş 100 ayrı oda bulunuyor. Merak edip içini gezelim dedik ama kış aylarında her yer kapı duvar. Meğer şatonun bazı bölümleri sadece yaz aylarında meraklıları için ziyaretçilere açılıyormuş. Bir de senede bir defa, 11 Ağustos’ta gece ışıklandırılıyormuş. Biz içini göremeden döndük ama bu büyüleyici kaleyi bir daha ziyaret etmek için geçerli bir sebebimiz olmuş oldu.

burg eltz

Babacım duydun mu ? İnsanlara 33 nesil önceki atalarından miras diye şato kalmış. Bu Eltz ailesi çıtayı çok yükseltti, haberin olsun 🙂

burg eltz kalesi

Kaleye doğru giderken çok şirin Ortaçağ mimarisine sahip kasabalara denk geldik.

İkinci Durak: HEIDELBERG

Baden-Württemberg eyaletine bağlı olan Heidelberg, Romantik Yol kasabalarını aratmayacak kadar etkileyici bir Ortaçağ kasabası. Romantik Yol rotasına dahil olmasa da Neckar Nehri üzerindeki köprüler, Ortaçağ’dan kalma yapılar, tarihi dokusu ve yemyeşil doğası sayesinde Almanya’nın en romantik kentlerinden biri olarak kabul ediliyor. Aynı zamanda, bu şehir 1386 yılında kurulmuş olan Avrupa’nın en eski üniversitesi olan Heidelberg Üniversitesine de ev sahipliği yapıyor. Yani burası aynı zamanda bir üniversite şehri. Üniversitenin binaları neredeyse tüm şehre yayılmış. Toplam 150 bin nüfusa sahip bu şehirde 30 bin kadar öğrenciler yaşıyor. Zaten şehrin enerjisini de canlı tutan bu öğrenciler. Ne yalan söyleyeyim, burada okuyan gençleri epey kıskandım. Hem Avrupa’nın en eski, en prestijli üniversitesinde okusunlar, hem de tarih ve doğayla iç içe bu güzelim kasabada yaşasınlar. Biz de yıllarca İstanbul trafiğini aşıp kampüse gideceğiz diye yollarda heba olduk. Bu yazıyı okuyan öğrencilere sesleniyorum. İmkanınız varsa en acilinden burada Erasmus yapın!! 🙂 Tabii davulun sesi uzaktan hoş geliyor da olabilir ama bu küçük şehirden sıkılırsanız en kötü ihtimal, sadece 80 km uzaklıkta ki Frankfurt‘a gitmek gibi bir alternatifiniz var.

almanya

Altstadt’ta, yani şehrin tarihi sokaklarında kaybolmaktan çekinmeyin. 

almanya

Her ara sokak birbirinden güzel, huzurlu ve keyifli…

Ortasından Neckar Nehri geçen bu Heildelberg’i yeni şehir (Neuenheim) ve eski şehir (Altstadt)olarak iki bölüme ayırabiliriz. Eski şehri gezmek için bir gününüzü ayırmanız yeterli. Tarih kokan Altstadt bölgesinde ilk görmeniz gereken yer “Eski Köprü”. 200 metre uzunluğundaki bu köprü eski şehir ile yeni şehri birbirine bağlayan köprüler arasında en güzel olanı. 1788 yılında Kral Karl Theodor tarafından yaptırılan bu köprü ne yazık ki 2.Dünya Savaşında diğer köprülerle aynı kaderi paylaşmış. Yani Hitler’in gazabından kurtulamayıp Nazi askerleri tarafından yıkılmış. Fakat savaşın bitmesinden hemen iki yıl sonra yani 1947 yılında halkın çabasıyla aslına uygun olarak tekrar yaptırılmış.

alte brücke

Ara sokaklarda yürürken bir anda karşımızda tarihi köprünün ”Alte Brücke” kapısını bulduk.

heidelberg

Eski köprü üzerinden karşıya şehrin ‘Neuenheim’ tarafına geçebilir hatta hava güzelse nehir üzerinde yapılan tekne turlarına katılabilirsiniz.

Köprüyü boydan boya yürüyüp yeteri kadar fotoğraf çektikten sonra tekrar eski şehrin renkli ara sokaklarında dolaşmaya başladık. Her ara sokak şehrin en ünlü caddesi Hauptstrasse’ye çıkıyor. Çünkü, bu ana cadde tüm eski şehri ortadan ikiye bölüyor. Burası 1.8 km uzunluğunda, birçok kafe, restoran ve sevdiklerinize hediye alabileceğiniz butik mağazaların olduğu bir yaya caddesi. Fakat gün içerisinde ara sıra da olsa cadde üzerinde dolanan bir kaç araç gördüğümü söylemem gerek. Neme lazım, siz de görürsünüz falan sonra boşu boşuna sol kulağım çınlamasın 🙂

almanya

Cadde üzerindeki kafe ve restoranlar hafta sonu ve akşamları çok daha keyifli oluyor. Gündüz tarihi mekanları gezip akşam ise şehrin tadını bu cadde de çıkarın.

Hauptsrasse’nin sonuna doğru yaklaştığınızda karşınıza Haus Zum Ritter yani Hotel Ritter çıkacak. Bu otel şehrin tam ortasında yer alan en eski tarihi yapılardan biri. Hemen karşısında ise gotik mimari tarzda bir kilise bulunuyor. Bu kilisenin etrafında ise bir çok hediyelik eşya satın alabileceğiniz mağaza var. Hauptstrasse’nin bitiminde ise Kornmarktplatz Meydanı bulunuyor. Biz de bir gece konaklamak için bu meydandaki otellerden birini seçtik. Her yere ve katlı otoparka yakın olması bize büyük rahatlık sağladı. Aslında bu şehirde otellerin yüksek sezonda oldukça pahalı olduğunu okumuştum. Fakat biz düşük sezonda gittiğimiz için oldukça makul fiyata kaldık. Ücrete kahvaltı dahil değildi. Bu yüzden sabahın erken saatlerinde açık bir kafe bulana kadar canımız çıktı.

almanya

Hotel Ritter de en az Heidelberg Kalesi ve Eski Köprü kadar şehrin önemli simgelerinden biri olmalı ki hediyelik eşya mağazalarında magnetleri bile vardı.

almanya

Otelimizin hemen yan sokağından yürüyerek 10-15 dakika içinde Heidelberg kalesine çıktık.

Şehrin bir diğer görülmesi gereken yerlerinden olan Heidelberg Kalesi için şehrin simgesi diyebiliriz. Heidelberg’in en tepesine kurulmuş 13. yüzyıldan kalma bu kaleye giriş ücreti  7 Euro. Kaleye yürümek gözünüzde büyürse teleferikle çıkmak gibi bir alternatifiniz olduğunu unutmayın. Kalenin avlusuna vardığınızda tüm şehri kuş bakışı görecek ve burada mükemmel fotoğraflar çekeceğinize gözüm kapalı kefilim. Evet,Heidelberg Kalesine sırf şehrin manzarasını görmek için bile mutlaka gitmelisiniz. Fakat çok beklenti içine girmenizi de istemem. Biz mi denk gelmedik bilmiyorum ama Ecza Müzesi dışında içerisinde gezilecek kayda değer pek bir şey bulamadık. Zaten müzeyi gezmeseniz de pek bir şey kaybetmezsiniz. Ama olur da yaz aylarında buraya yolunuz düşerse çok şanlısınız. Çünkü, kalenin Kral Meydanı’nda yaz boyu sanatsal aktiviteler düzenleniyormuş. Eminim ki şu manzara eşliğinde bir konsere denk gelmek oldukça keyifli olacaktır. 

heidelberg kalesi

Kaleye çıktığınız zaman Heidelberg ayaklarınızın altında kalacak.

Heidelberg’i anlatmayı bitirmeden önce ise beğendiğim bir restoran tavsiye etmek istiyorum. Eski Şehrin ana caddesi üzerinde bulunan Ortaçağ restoranı Palmbrau Gasse. Burada oldukça lezzetli geleneksel Alman yemeklerini yiyebilir ve ayrıca yemekten sonra restoranın arka kısmına geçip geleneksel biralarını içerek sohbete kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. Biz de tam dediğim gibi yaptık. Biraları içince mi sohbet güzelleşti, yoksa bizim sohbet hep mi güzel olduğu için bilmiyorum ama yol yorgunluğunu falan unutup gece geç saatlere kadar bu mekanda takıldık. Hatta gidelim yeni bir yer keşfedelim dedik ama yine soluğu kürkçü dükkanında aldık 🙂

heidelberg-ortaçağ-restoran

İlk bakışta turistik olacağını düşündük ama içeride turistlerden çok yerel halk vardı. Özellikle burada okuyan öğrenciler restoranın bar kısmında takılıyorlar.

heidelberg-yemek

Sonra neden kilo alıyorum? 🙂 Sanırım yine yiyip içmeyi abartmışız. Bu dağın görünen yüzü, bir de görünmeyen yüzü var ki ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Bunca yemeye içmeye hatırladığım kadarıyla üç kişi 100 Euro ödedik.

Üçüncü Durak: HOHENZOLLERN

Konumu ve gotik mimarisiyle şato olmanın hakkını veren Hohenzollern Kalesi’ni görmeden Baden-Württemberg eyaletinden ayrılmak olmazdı. Biz de tam bu sebeple Romantik Yol rotasına bağlanmadan önce Stuttgart’a sadece 50 kilometre uzaklıktaki Hohenzollern Kalesi’ni gidip yerinde gördük. Etrafı kara ormanlarla kaplı 855 metrelik bir dağın tepesinde bulunan bu kale bir zamanlar 2.Almanya İmparatorluğunun ilk ve son hanedanı olan Hohenzollern ailesi tarafından yaptırılmış. Hatta 1800’lü yıllarda Prusya hükümdarları da bu şatoda ikamet etmiş.

hohenzollern şatosu

Bizim ziyaret ettiğimiz gün birde üzerine sis bastırınca fotoğraf çekmekte epey zorlandık. Yol üzerinde en güzel açıyı bulma savaşı verirken tesadüfen tanıştığımız yaşlı bir Alman amca sağ olsun bu fotoğrafı çekti.

Bu kalenin internetteki fotoğraflarına bakınca bulutların üzerinde asılı durduğunu zannedebilirsiniz. Ama işin aslı şatonun civarında çok sayıda sıcak su kaynağının olması. Bu sebeple, etrafı çoğu zaman bulutlarla kaplı oluyor. Birde hava şartları kötü ise şatoyu aşağıdan görmek kimi zaman zorlaşıyor. Bu arada kale epey bir yüksekte olduğu için servis araçlarını kullanarak yukarı çıkmak yürümekten çok daha iyi bir fikir. Her 5 dakikada bir kalkan servis araçlarının tek yön tarifesi kişi başı 2 Euro. Tabii servis şoförü Türk çıkınca dönerken bizden para almadı. 

 

hohenzollern

Google’da gördüğümüz o muhteşem Hohenzollern Şatosu fotoğraflarından çekeceğinizi düşünüyorsanız kötü haber öyle bir açı yok arkadaşlar. Varsa da biz bulamadık. Bilen, çeken varsa bana söylesin. Ara sıra hala üzülüyorum 🙁

Şatonun bahçesini, kilisesini ve içini gezmek epey bir zaman alabiliyor. Eğer bu zaman içerisinde acıkırsanız şatonun personeli tarafından işletilen bir restoran var. Biz, çok fazla acıktığımız ve yakınlarda yemek yiyecek bir yer bulmakla vakit harcamak istemediğimiz için burada yemek yemeye karar verdik. Ne yalan söyleyeyim, yemeklerin tadı tuzu beklentilerimizin oldukça üstündeydi. Hatta, lezzeti ve sunumuna göre oldukça makul bir fiyat ödediğimizi düşünüyorum. Tek sıkıntı çalışan personelin şato hayatından bıkmış gibi bir halleri olmasıydı.

hohenzollern-kalesi-yemek

Şatoda yemeğe kişi başı yaklaşık olarak 15 Euro kadar ödedik.

Dördüncü Durak: FÜSSEN ve SCHWANGAU

Alpler’in eteklerinde bulunan Füssen kasabası ve Füssen’e 4 km uzaklıkta ki Schwangau köyü, Bavyera eyaletinin en yüksekte kalan yerleşim yerleri. Lech ırmağı kıyısında kurulmuş yaklaşık 14 bin nüfusa sahip sessiz, sakin, huzurlu Ortaçağ kasabası Füssen’de biz iki gece konakladık ve zamanımızın büyük kısmını tarihi şehir merkezi Historische Altstadt için ayırdık. Ama gelin görün ki, bu şehirde neredeyse yaşam belirtisi yok denecek kadar azdı. Gün boyu iki elin on parmağını geçmeyecek kadar az insanla karşılaştık desem abartmış olmam. Olabilirim de 🙂 Akşamları şehir daha da sakinleşiyor. Hatta gece bir şeyler içip sohbet edebileceğimiz kafamıza göre doğru düzgün bir pub bile bulamadık. Sokak sokak aranırken, denk geldiğimiz Füssen’in yerlisi Türk gençlere; şehrin neden bu kadar sakin olduğunu sorduğumda ise hayallerim iyice yıkıldı. Meğer bu sakinlik, bizim düşündüğümüz gibi düşük sezon veya havaların soğuk olmasına bağlı değilmiş. Genellikle böyle mıy mıy, sessiz, sakin bir şehirmiş. Anladık ki Füssen, bizim kaynayan kanımıza ilaç olmayacak, otele dönelim dedik ama… Şartlarımızı sonuna kadar zorlayıp, çok iç açıcı olmasa da kendi kendimize eğlendiğimiz açık bir pub bulduk. Evet, burası çok güzel ve mutlaka görülmesi gereken bir şehir ama ne yazık ki bir o kadar da sıkıcı bir sakinliğe sahip. Ama ben yine de ümidimi kaybetmedim. Yaz sezonunda çok daha hareketli olacağına ve Füssen’e inancım ve desteğim tam 🙂 

almanya

Size tavsiyem bavulunuzda ki en kalın kıyafetlerinizi burası için saklamanız. İçlik üzeri kazak, kazak üstü mont. Donduk donduk…

almanya

Kim ne derse desin, şehrin yaz aylarında ve Noel zamanında çok daha kalabalık ve keyifli olacağına inanıyorum.

almanya

Bu arada Füssen, Avusturya sınırına o kadar yakın ki sizde bizim gibi dalıp kendinizi bir anda Avusturya sınırları içinde bulabilirsiniz. Aman dikkat!

Ortaçağ ruhunu çok iyi yansıtan bu şehirde binalar birbiriyle uyumlu pastel renklere boyanmış. O yüzden tüm soğuk ve gri havaya inat insanın içi bir nebze de olsa ısınıyor. Bu binaların altında en çok karşılaştığımız dükkanlar ise geleneksel Ortaçağ elbisesi satan butikler oldu. Özellikle ana cadde üzerinde çok sayıda bu tür dükkanlar ile karşılaşacaksınız. Ne yazık ki çok erken saatlerde açılmayan bu dükkanlar, akşam üzeri saat 6 dedin mi de kapanıyor. Yani ne diyeyim bilemedim. Biz bu Füssen’de yaşayan Alman halkına hiç anlam veremedik. “Peki Buket, madem sıkıcı diye bu kadar söylendin, neden gidelim?” diye sorarsanız çok geçerli bir sebebim var. Dünyanın en güzel şatolarından biri, Romantik Yol’un gözbebeği, masallar diyarından kopup gelmiş, Nueschwenstein Şatosu ile Hohenchwangau Şatosu burada bulunuyor.

romantik yol

Şehirde alternatif olarak açık bulabileceğiniz çok fazla restoran, kafe seçeneği yok. Bu sebeple otelinizi seçerken otel fiyatına kahvaltının dahil olmasına dikkat etmenizde fayda var.

romantik yol

Şehrin mimari yapısı ve rengarenk evlerine bayıldım…

almanya

Yürüdüğünüz dar sokaklar bir anda geniş meydanlara açılıyor.

Size bu şatoların hikayelerini anlatmaya başlamadan önce dikkat etmeniz gereken bazı can alıcı noktaları paylaşayım. Çünkü şatoları gezelim derken gereksiz zaman kaybetmenize gönlüm razı olmaz. Sonuçta seyahatte vakit nakittir. Bu iki şato özellikle Neuschwanstein Şatosu, yıl boyunca aşağı yukarı 1.5 milyon turist tarafından ziyaret ediliyor. Talep bu denli çok olunca, Almanya’nın Turizm Bakanı durumun ciddiyetini fark etmiş olmalı ki olaya el atmış diye düşünüyorum. Çünkü burada süreç diğer ziyaret ettiğimiz şatolara göre çok daha organize ve sistematik ilerliyor. Mesela, öyle bileti alınca elinizi kolumuzu sallayarak şatoya giremiyorsunuz. Biletlerin üzerinde yazan giriş saatini beklemeniz gerekiyor. İşlerine gelince tam bir Alman disiplini 🙂 Bu durumda yapabileceğiniz iki alternatif var. Birincisi, gezeceğiniz şatolar için biletinizi önceden, internet üzerinden satın almak veya şansınızı çok zorlamayıp saat sabah 9’da bilet satış noktasında hazır olmak. Yoksa erken saatlerdeki tur gruplarından dolayı yer bulamayıp saatlerce bekleyebilirsiniz. Ben şimdi böyle bilmiş bilmiş anlatıyorum ama otele vardığımız ilk akşam resepsiyonist bizi uyarmasa biz de paçayı kurtaramayacaktık.

forggnesee gölü

Bu arada şu uzaktaki Forggensee Gölü. Kendisi en az şatolar kadar güzel ve etkileyici. Biz gidemedik ama hava soğuk değilse mutlaka gidip burada vakit geçirilmeli diyorlar. Özellikle yaz aylarında cıvıl cıvıl oluyormuş.

Tabi bu kadar organize ve rağbet gören şatolar olunca fiyat politikası da diğerlerine göre iki katına çıkmış. Sadece Nueschwanstein Şatosuna bilet alırsanız 15 Euro iken her iki şatonun bilet ücreti kişi başı 23 Euro. Zaten her ikisine bilet almak çok daha ekonomik. Şatoları rehber eşliğinde sadece 35 dakika gezebilirsiniz. Rehber için ayrı bir ücret ödemenize gerek yok. Bilet fiyatlarına dahil.

Ve sonunda Füssen ve Schwangau kasabaları arasında kalan sırtını Alp dağlarına dayamış rüya şatolar…

NEUSCHWANSTEIN ŞATOSU 

Şimdi yavaşca gözlerinizi kapatın ve hayal edebileceğiniz en güzel şatoyu hayal etmeye çalışın. Eminim ki, Neuschwanstein Şatosu kadar güzel, büyüleyici ve masalsı olacaktır. Amerikalı Walt Elias Disney de bunu fark etmiş olmalı ki şirket logosunda ve Külkedisi animasyon filmindeki şatoyu yaratırken buradan esinlenmiş. Hala kendi ellerimle çektiğim fotoğraflara baktığım zaman buranın gerçek olduğuna inanamıyorum.

romantik yol füssen

Füssen ve Schwangau kasabaları arasında kalan bu Neuschwanstein Şatosu, sırtını Alp Dağları’na dayıyor.

Bu şato aslında duygusal, hayalperest ve yalnız Kral 2.Ludwing’in çocukluk hayalinin dünyada vücut bulmuş hali. Kendisi, 18 yaşında elde ettiği krallığı boyunca kazandığı zaferler yerine sanata olan düşkünlüğü ile tanınıyor ve bence bu şatoyu bir takıntı haline getirmişe benziyor. Krallığının ilan edilmesinin hemen ardından, saray ressamı Christian Jank tarafından tasarlanan şato, 1869 yılında yapılmaya başlanmış. 19.yüzyılın Neo-romantizm mimari stiliyle yapılan altı katlı şatonun bir odasının yapımının en az altı ay sürdüğünü düşünürsek, yine 17 yılda iyi bitmiş. Bu süre içinde Kral 2. Ludwing ise çocukluğunun geçtiği Hohenschwangau Şatosu’nda konaklamaya devam etmiş. Hayallerinde ki şatonun yapım sürecini ise konakladığı baba evinin camına kurdurduğu koca bir dürbün ile oturup izlemiş. Vaktini ve kişisel servetini bu saray için harcayan Kral 2. Ludwing, zaman içerisinde halk arasında adının Deli Kral’a çıkmasına bile aldırış etmeden hedefine kitlenmiş. Azmine hayran kaldım Ludwing, helal olsun !

romantik yol

Şatoya 20-25 dakikalık orman yolu yürüyerek ulaşabilir veya kişi başı 4 Euro karşılığında atlı arabaları tercih edebilirsiniz. Açıkcası ben atlı arabalara binmekten pek  hoşlanmıyorum ama hava çok soğuk olduğu için bindiğimizde fark ettim ki buradaki atlara çok iyi bakıyorlar. Hepsi sağlıklı, bakımlı…

Şatoya taşındıktan altı ay sonra ise kendi bakanları tarafından kurulan bir doktor heyeti kralın zihinsel rahatsızlığı olduğunu ilan edip yönetimden uzaklaştırılma kararı almış. Daha şatonun zevkini süremeden, kimi odalarını kullanamadan Kral Ludwing, Berg Kalesi’ne sürgün edilmiş. Aynı sene, doktoru ile beraber gölde ölü bulunmuş. Kimileri intihar ettiğini iddia ediyor. Kimileri suikast olduğunu söylüyor. Artık günahları boyunlarına. Tabii ölünce devlet zimmetine geçen şato, Kral 2. Ludwing’in ölümünden bir kaç hafta sonra ise turistlerin ziyaretine açılmış. Rehber bunları anlatırken keşke kırkını beklerselerdi diye üzüldük ama sonradan yadırgamadık. O kadar harcanan para bir şekilde hazineye girmeliydi değil mi ama ?

Bana sorarsanız Ludwing pek deli gibi değil. Daha çok varlıklı bir ailenin tek varisi, evin şımarık çocuğu gibi davranmış. Tabi ünvanı Kral olunca durum sıkıntı yaratmış olabilir. Ayrıca işin aslına bakacak olursak deli dedikleri kralın şatosu sayesinde bugün bile Alman devleti çok büyük gelir elde ediyor olmalı. Nereden mi biliyorum? Yine rehberin dediğine göre Nueschwestein Şatosu kapılarını turizme açtığı günden bugüne 50 milyonu aşkın ziyaretçi ağırlamış. Evet, bu şato belki Kral 2. Ludwing’in hayatına mal oldu ama sayesinde Almanya’nın en güçlü turizm endüstrisi doğmuş oldu.

 

romantik yol

Bu arada sadece belli bölümlerini rehber eşliğinde gezdikten sonra hava şartlarına ve vaktinize bağlı olarak Marienbrücke köprüsüne çıkıp şatoyu Kral Ludwing gibi kuşbakışı da izleyebilirsiniz. İnanılmaz bir manzarayla karşılaşacaksınız.

HOHENSCWANGAU ŞATOSU

Uzun yıllarca bölgeyi yöneten kralların hanedanlığı olan bu şato, 2. Ludwing’in babası Kral Maxmillan tarafından inşa edilmiş . Kendisi Nueschwanstein Şatosu’nun yanında oldukça mütevazı kalsa da Romantik Yol üzerinde en çok ziyaret edilen şatolardan birisi. Bölgenin tarihi geçmişini bir bütün olarak anlamak için gezip görmeye değer. Ayrıca içerisinde Bir Türk odası da bulunuyor. Bu oda içindeki tüm eşyalar Osmanlı İmparatorluğu’na özel olarak sipariş edilmiş ve her iki kral da en çok bu odayı kullanmış.

romantik yol 

Hohenschwangau Şatosu, Neuschwanstein Şatosu’yla karşılıklı iki tepe üzerinde kurulu.

romantik yol

Türk Odası’nda fotoğraf çekmek yasaktı ama gizlice çekmeyi başardım.

Eğer vaktiniz kalırsa Füssen’e araç ile yaklaşık 10 dakika uzaklıkta ki Schwangau köyünü ziyaret edebilirsiniz. Tam anlamıyla Almanya’nın taşra hayatına şahit olacağınız bu köy, Ortaçağ’da şövalyelerin ikamet ettiği bölgeymiş. Şimdilerde yaşlı Alman amca ve teyzeler yaşıyor olsa da keyifli bir yer. Füssen’deki görkemli Ortaçağ mimari yapısının aksine burada daha çok ahşap çatılı çiftlik evlerine bulunuyor. Schwangau’da bir anda sanki çoğrafi yapı bile değişiyor diyebilirim. Kısacası, Schwangau etrafı karlı Alplerle sarılı ve uçsuz bucaksız çim alanların olduğu küçük bir köy . Bu şirin kasabada çiğerlerinize bol bol temiz hava çekebilir, çimlerde şöyle bir mangal olsa yaksak diye hayaller kurabilir, sonrasında ise turistik lokal pub veya kafelerden birine girip yerel halkla keyifli sohbetler edebilirsiniz. Aynı zamanda küçük bir tüyo vereyim. Olur da Füssen’deki otellerin yerine çok daha uygun fiyatlı bir yerlerde konaklamak isterseniz Schwangau’daki pansiyon ve oteller kurtarıcı olacaktır.

romantik yol

Schwangau 3.200 nüfusa sahip küçük bir kasaba.

schwangau

Böyle nefes kesici manzaralarla karşılaşacaksınız…

Beşinci Durak: ROTHENBURG OB DE TAUBER

Rothenburg‘a vardığımızda gece olmasına rağmen o kadar büyüleyiciydi ki kafamızı nereye çevirip bakacağımızı şaşırdık. Bu şehir söylendiği gibi Ortaçağ’ın donup kaldığı, romantik, masalsı ama gerçek bir kasaba. Bu arada böyle masalsı diye benzetme falan yapıyorum ama boşa değil. Bu bizim Amerikalı Elias Walt Disney bu seferde, 1940 yapımı Pinokyo filminin mekan kurgusunu yaparken Rothenburg ob der Tauber’den esinlenmiş. Kasabanın tarihini de çok uzatmadan anlatayım. Bu kasaba, 1618 ile 1648 yılları arasında yapılmış olan 30 Yıl Savaşları’nı ufak tefek hasarlarla atlatmış. Ne yazık ki, 2.Dünya Savaşı sırasında şansı pek yaver gitmemiş. 1945 yılında kasabanın doğusu büyük hasara uğramış ama yine Alman halkı tarihlerine sahip çıkmayı başarmış. Savaş sonunda aslına birebir uygun şekilde şehri restore etmişler. Şehrin korunabilmesinde bazı gizli kahramanlar yok değil. Mesela, şehre ağır top ateşini yasaklayan ABD Savaş Sekreteri John L. McCloy ve Hitlerin verdiği emri göz ardı ederek yıkıma göz yummayan Alman Binbaşı Thömmes gibi. Cennetliksiniz. Ortaçağ’dan kalma şehrin surları (Stadtmaumer Deutsches) üzerinde yürürken duvar üzerinde ki oyulmuş taşlara dikkatlice baktığınızda ise şehrin diğer gizli kahramanları ile tanışacaksınız. 2. Dünya Savaşı sonrası şehrin yeniden inşa edilmesine maddi olarak yardımcı olan bütün gönüllülerin isimleri bu duvarlara kazınmış.

romantik yol

Almanya’da Rothenburg adında birden fazla şehir var. Aman dikkat! Ülkenin Bavyera eyaletine bağlı olan Rothenburg ob der Tauber’e gidelim derken bambaşka bir yerden çıkmayın.

romantik yol

Surların üzerinde asma köprü üzerinden tüm şehri kuşbakışı izleyebilirsiniz.

Tauber Vadisi üzerine kurulmuş bu şehrin, şuan ki toplam nüfusu 14 bin civarında. Fakat bu nufüsun sadece 4 bini kale içerisinde yaşıyor. Bu şehri de aynı Heidelberg gibi net bir çizgiyle ikiye ayrılabiliriz. Kale içi ve kale dışı… Kale içinde yaşayan nüfus genellikle turizm ile uğraşan, otel ve işletme sahipleri veya bu işletmelerde çalışanlardan oluşuyor. Hatta kale içinde hatırı sayılır bir Türk nüfusu da var. Öyle ki, bizimkiler Türk derneği bile kurmuşlar. Gerçekten Almanya’da yerleşmediğimiz şehir, kasaba kalmamış 🙂 Hatta kaldığımız otelin sahibi Mary Hanım’ın eşi de Türk’tü. Hasan amca bize elinden geldiğince yardımcı oldu.

romantik yol

Kale içerisindeki otellerin çoğu Ortaçağ’dan kalma binalarda hizmet veriyor. 

Rothenburg ob der Tauber zamanınızı dolu dolu geçirebileceğiniz bir şehir. Bu yüzden en az bir gece konaklamanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Ciddiyetimi anlamanız adına şöyle söyleyeyim burası Romantik Yol rotasının atar damarı. Öyle yol üzerinden geçerken uğrayıp bu kasabayı harcamayın. Sonra bizim kız demişti dersiniz benden söylemesi.

Gelelim Rothenburg ob der Tauber’de mutlaka görülmesi gereken yerlere… ‘ Plönlein’ yani Küçük Meydan şehrin en çok fotoğraflanan noktası. Biz de fotoğraf aşkıyla sabahın erken saatlerinde kalktık ve soluğu burada aldık. Kobolzell Kapısı ve şehrin girişini sağlayan Siebers Kulesi’nin olduğu bu meydan, rengarenk ve şehrin en kalabalık yeri.

romantik yol

Şehrin bütün tanıtım broşürlerinde göreceğiniz ilk fotoğraf karesi…. En güzelini ben çektim 🙂

Gezebileceğiniz bir diğer yer ise İşkence Müzesi (Mittelalterliches Kriminalmuseum). Ortaçağ’da uygulanan tüm işkence yöntemleri burada açık açık sergileniyor. İçeride insanı hayrete düşürecek cinsten işkence aletleri var. İnsanoğlunun içindeki şiddeti görmek çok iyi bir fikir olmasa da ilginç bir deneyimdi. Yüreğim kaldırır diyorsanız mutlaka ziyaret edin. Müzedeki en ilginç koleksiyon ise, suçluların işledikleri suç türüne göre giymek zorunda kaldıkları utanç maskeleriydi.

romantik yol

Öğlen 12:00 -14:00 arası müze kapalı oluyor ve giriş ücreti 4 Euro.

Bu kasabada alışveriş yapabileceğiniz bir çok şahsına münhasır mağaza var. Bunlardan ilki, 1960’larda kurulmuş, Noel hediyeleri satan dünyaca ünlü Kathe Wohlfahrt. Aynı zamanda mağazanın üst katı müze olarak işletiliyor. Bu müzede Ortaçağ’dan bugüne kadar gelen Noel kültürü sergileniyor. Bir de müze çıkışında dileklerimizi yazıp astığınız bir Noel ağacı var. Ağaca içimi döktüm resmen 🙂 İlginizi çekerse 2 Euro karşılığında siz de bu müzeyi gezebilirsiniz.

rothenburg ob der tauber

Bu kırmızı otobüs Kathe Wohlfhart mağaza zincirinin simgesi..

romantik yol

İçeride fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Ben çok ciddi bir uyarı alana kadar umursamadım ama siz yapmayın. Çok ayıp 🙂

Bir diğer ilgi çekici mağaza ise Waffenkammer. Burada Ortaçağ dönemine ait aklınıza gelen her şeyi bulabilirsiniz. Şövalye kıyafetleri, zırhlar, kılıçlar, ayakkabılar, giysiler, şapkalar, daha neler neler… Küçük bir şarap mahzeni bile var. Mağazanın alt katı ise sanırım önceden hapishaneymiş. Mağaza sahibi hiç bozmamış ve müşterileri için ziyarete açık bırakmış. Vitrinde sergilenen Ortaçağ kıyafetlerinden birini alıp üzerime giyip dolaşacak kadar kendimi olayın ruhuna kaptırmış gidiyordum ki yanımdan geçen arabaların sesleri tüm büyüyü bozdu. Oysa ki seyahate çıkmadan önce bir çok blogda kasabaya araba ile girişin yasak olduğunu yazıyordu. Belli ki bu kurala pek uyan yok. Bence bu durum şehrin ambiyansını oldukça etkiliyor. (Bu serzenişte bulunmasam olmazdı. O yüzden araya sıkıştırdım.)

almanya

Mağazadaki bir çok şey çok sıra dışı ama fiyatlar azıcık tuzlu…

romantik yol

Türk kızlarını hafife alma demiştim, dinlemedi…

Neyse, buna rağmen Rothenburg ob der Tauber Almanya’nın kendi halinde, tatlı, küçük bir kasabası ama şöhreti kendinden çok daha büyük. Özellikle Japonlar, Rothenburg ob der Tauber aşkını biraz abartmışlar. Bu kale şehrinin, aynısı ülkelerine yapıp; birde kardeş şehir ilan etmişler. Hatta burada o kadar ayrıcalıklılar ki tabelalar üzerinde açıklamalar önce Almanca sonra Japonca en son ise İngilizce olarak yazılmış.

romantik yol

Düşük sezona denk geldiğimiz için bir kaç yer kapalıydı, bunlardan biride hemen Belediye binasının yanındaki Rathausturm Kalesi… Rönesans döneminde tamamlanan kule, şehrin en uzun yapısı.

almanya

Sokakları gezerken dükkanların, kafelerin tabelalarına dikkatli bakın. Hepsi el emeği göz nuru.

romantik yol

Çıkışa gel dersen geleceğin nokta tam burası…

romantik yol

Noel zamanı iğne atsan yer düşmeyecek sokaklardan biri….

Rothenburg ob der Tauber’de iki restoran deneme şansımız oldu. Bunlardan biri Michelangelo. Kendisi tam anlamıyla bir İtalyan restoranı. Yemekleri yapan şef ve garsonların çoğu İtalyandı. Diğeri ise Hotel Reuks & Rüchenmeifter’ın içerisinde ki pub. Ortaçağ eşya ve tablolarıyla dekore edilmiş. Tauber Vadisindeki bağlardan topladıkları üzümlerle yaptıkları şaraplar favorim oldu.

romantik yol

Şarapları kadar mekanın ambiyansını da çok sevdim.

Bu arada kartopu dedikleri Rothenburg’un geleneksel tatlısı ‘Schneeballen’ yemeyi unutmayın. Üzeri süslü, kızarmış hamur toplarının içi akışkan çikolata, ceviz, fındık vs. ile dolu. Bu geleneksel tatlıyı satan bir çok fırın var ama siz Güliz ablanın dükkanına olan Diller- Schneeballentraume-Cafe’yi tercih edin 🙂 Biz biranda bastıran yağmurdan kaçarken buraya sığındık ve dünyalar tatlısı Güliz abla ile tanıştık. İkram ettiği kahve ve kartoplarının tadı hala damağımızda…

romantik yol

Güliz Abla Rothenburg ob der Tauber dışına pek bir yere gitmemiş. Doğduğundan beri burada yaşıyor. Sohbet  esnasında pek çok şey öğrendim kendisinden… Yolunuz düşerse selamımı söyleyin 🙂

Yaşlı ama genç görünen bu kasabadan ayrılırken içimizde uhte kalan tek şey ise Mart başında başlayıp Noel gecesine kadar devam eden Gece Bekçisi (Night Watchman) turu oldu. Her akşam saat 8’de bir çok turist belediye binası önünde buluşuyor ve Gece Bekçisi eşliğinde tüm kale içini geziyor. Bu tur boyunca şehrin tarihini, efsanelerini anlatan Hans Georg Baumgartner, Ortaçağ’a özgü pelerini, şapkası ve gece lambasıyla 20 yılı aşkın bir süredir bu işi yapıyor. Biz, kendi aramızda sohbete dalıp bir güzel turu kaçırdık ama siz mutlaka tam saatinde meydanda olun. Eminim çok keyifli olacaktır.

Altıncı Durak : LANDSBERG AM LECH 

Hafta sonumuzu daha kozmopolit bir şehirde geçirmek istediğimiz için Rothenburg ob der Tauber’den Berlin’e doğru yola çıktığımızda hala bir kaç Romantik yol şehri görmenin peşindeydik. Bu sebeple güzergahımızın üzerinde bulunan iki Romantik Yol şehrini daha ayaküstü de olsa görelim dedik. Bunlardan ilki ise ismini Lech ırmağından alan Landsberg am Lech oldu. Burası bir kaç saat içinde rahatça gezilebileceğiniz bir şehir. Fakat zamanımız olsa ben bir gece konaklamayı tercih ederdim. Bu kent aynı anda hem tarihi dokusuyla Ortaçağ ruhunu yaşatıyor hem de ziyaretçilerine diğer kasabalara nazaran çok daha yaşayan, canlı bir şehir hayatı sunuyor. Ben de sanırım bu yüzden bu şehrin enerjisini çok sevdim. Kim bilir, belki bu pozitif enerjinin sebebi Almanya’nın en çok güneş alan şehirlerinden biri olmasıdır.

landsberg am lech

Baksanıza inanılmaz güneşli bir kent değil mi? Bir güneş bir güneş, güneşten donduk. Ama hakkınıda yemeyelim, en azından burada montumuzun önünü açıp gezebildik 🙂

Füssen ile Ausburg arasında kalan( ki Ausburg uğradığımız son Romantik Yol şehri olacak) Landsberg am Lech günümüzde inanılmaz keyifli bir Romantik Yol kasabası olabilir ama tarih sahnesinde ki yeri epey bir ilgi çekici. Neden mi? Çünkü şehrin en meşhur tarihi yapısı Ortaçağ mirası olan herhangi bir bina, kale, köprü vs. değil. Adolf Hitlerin ‘de yakalandıktan sonra yaklaşık 260 gün boyunca cezasını çektiği Landsberg Hapishanesi. Hatta Hitler bu hapishanede kaldığı süre boyunca, hayatını anlattığı o meşhur “Mien Kampf” yani Kavgam kitabını bu hapishanede kaleme almış.

landsberg am lech

Şehir o kadar fotojenik ki gezdiğimiz bir kaç saat içerisinde sayısız fotoğraf çekmiş olabilirim.

Lech Nehri kenarında kocaman bir park bulunuyor. Yerel halk ise bu parklarda bana göre soğuk olmasına rağmen içkilerini almış eş dost sohbet ediyorlardı. Avrupalıların en sevdiğim özellikleri de bu . Yani alışveriş merkezleri yerine yaz kış parklarda vakit geçiriyor olmaları… Pek AVM kültürleri de yok zaten !

lands berg am lech

Her tipik Ortaçağ kasabasında olduğu gibi bu kentin merkezinde de bir saat kulesi bulunuyor.

landsberg am lech

Adamın orada olmasının geçerli bir sebebi olduğunu düşünüyorum, balık tutmak gibi. Yoksa o soğuk suda keyif yapıyor olamaz.

landsberg-am-lech-lech-nehri

Lech Nehir üzerinde ki yapay şelale…

landsberg am lech

Tüm kent birbiriyle uyumlu pastel tonlarla boyanmış. Ortaçağ binalarıyla çevrili ve hala ilk gün ki gibi bakımlılar.

Son Durak: AUSBURG

Almanya’nın refah seviyesi en yüksek eyaleti olan Bavyera’dan ayrılmadan önce son rotamız ise Romantik yol rotası üzerindeki Ausburg oldu. Burası ziyaret ettiğimiz birçok Romantik Yol kasabasının aksine çok daha gelişmiş ve büyük bir şehir. Zaten kendisi eyaletin en büyük ve kalabalık üçüncü şehri. Ayrıca dünyaca ünlü iki Alman isime de ev sahipliği yapmış. Biri Protestanlığın babası Martin Luther, diğeri ise 20.yüzyılın en etkili şairlerinden Bertolt Bretcht… Bu isimleri çok daha yakından tanımak isterseniz Bretcht’in evini ziyaret edebilir, St. Anna Kilisesi’nde ise Marthin Luther’ın hayatına yolculuk edebilirsiniz. Bizim çok kısıtlı bir zamanımız olduğu için şehri pek keşfedemedik. O yüzden, sizi birkaç saat içinde çekebildiğim fotoğraflarla baş başa bırakacağım. Tabi boğazına düşkün bu ekip, yine çok iyi bir restoran bulmayı başardı. Ratskeller, hem şık hem lezzetli yemekler yiyebileceğiniz sıcak bir ortama sahip. Denemeye değer!
romantik yol

Ausburg caddeleri

romantik yol

Ausburg kültür ve sanat festivalleri ile ünlü. Şubat ayında Bretch Festivali ile renklenmeye başlayan şehirde Ağustos ayına kadar bir çok festival düzenleniyor.

romantik yol

Duyduğuma göre, Ausburg’un gece hayatı pek keyifliymiş. Özellikle Maximilianstrasse üzerindeki barlar… Seyahat boyu, doğru düzgün bir gece dışarı çıkmadan yurda geri döndük 🙁 

ROMANTİK YOL ROTASI NASIL PLANLANIR?

Bu rota üzerinde 28 tane Ortaçağ’dan kalma kasaba ve şehir bulunuyor. Eğer kısıtlı bir zamanınız varsa hepsini bir seferde görmeniz pek mümkün değil. Bu nedenle rotanızı önceden kendi keyfinize göre belirlemenizde fayda var. Eğer yolculuğa başlamadan önce rotanızı belirlerseniz seyahatiniz çok daha verimli ve keyifli geçecektir. Size seyahatinizi planlamadan önce işinizi oldukça kolaylaştıracak bir ipucu verebilirim. Yolculuğunuz kuzeyden güneye doğru ilerleyecekse Frankfurt Havalimanı’na, güneyden yani Füssen’den kuzeye doğru gidecekseniz de Münih Havalimanı’na inmelisiniz. Yok ben mevzuya direk ortadan gireceğim diyorsanız da Stuttgart Havalimanı’nı tercih edin derim.

Romantik Yol boyunca her yere toplu taşıma araçlarıyla ulaşmanız mümkün. Örneğin, Almanya’nın ulusal demiryolu şirketi olan DB Bahn kullanabilirsiniz. Fakat size tavsiyem Romantik Yol’da kesinlikle araba kiralamanız. Çünkü bu güzergah üzerinde dilediğiniz an durup fotoğraf çekemeyecek, ani bir kararla görüp beğendiğiniz bir yere uğrayamayacak ve sefer saatlerini kaçırmamak için stres olacaksanız ne yalan söyleyeyim bu seyahatin pek tadı çıkmaz. Hele ki kış aylarında. Unutmadan, kiraladığınız aracınızın navigasyonu olmasına dikkat edin derim, epey işe yarıyor. Çünkü güzergah üzerinde ilerlerken kimi zaman internet sıkıntısı yaşanıyor ve o çok güvendiğimiz akıllı telefonlar insanı yarı yolda bırakabiliyor.

romantik yol

Aracınızı havalimanından kiralamak yerine önceden internet araçılığıyla kiralarsanız bütçenizi çok zorlamazsınız. Kişi sayısı ile doğru orantılı olarak maliyetide değişeceği için iyi bir arabayı makul bir fiyata kiralayabilirsiniz

 

INSTAGRAM: @bcbuket

 

ŞU YAZILAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

ROTHENBURG: Bir Zaman Yolculuğu Deneyimi

BERLİN: Almanya’nın Hareketli Başkenti

FRANKFURT

ST. PETERSBURG GEZİ REHBERİ