LÜBNAN

Nedenini bilmiyorum ama her zaman Lübnan’ı ve Beyrut’u çok merak etmiştim. Beni çeken belki de bir zamanlar hızlı ve modern yaşam tarzıyla dünyanın en gözde şehirlerinden olan Beyrut’tu, ya da bu şaşaalı dönemin hemen ardından 1975’te başlayan ve 15 yıl devam eden iç savaş ve sonrasında ülkenin küllerinden yeniden doğması, sonra 2006’da tekrar İsrail’in saldırısına uğraması ve kendini yeniden toparlaması, tüm yarınsızlığına rağmen bir şekilde ayakta durmayı başarabilmesi, farklı dini ve etnik grupların her şeye rağmen bir arada yaşayabilmesiydi… Tanıştığım Lübnanlılar’ın hepsinin kafa dengi olması, tıpkı Yunanlıların gibi bize ne kadar çok benziyorlar dedirtmeleri, ülkelerinden her zaman gururla bahsetmeleri de etkiledi beni muhtemelen. Tabii bir de Beyrut ve Lübnan’la ilgili okuduklarım, izlediklerim…

beyrut_downtown_lubnan

Beyrut’un yenilenen şehir merkezi

Ve tam da bu sene bu Lübnan’a gitme isteğim iyice depreşmişken; doğası, gece hayatı, tarihi ve kültürel zenginliğiyle, tanıtımı iyi yapıldığı takdirde Türk gençlerinin ilgisini fazlasıyla çekecek bu ülkeye Pegasus gibi düşük maliyetli havayolları neden uçmuyor diye düşünürken (hatta aylar önce Pegasus’a bu konuda bir email atmışken) önce Mart ayında Lübnan’la vizeler karşılıklı olarak kaldırıldı, ardından da Pegasus, 1 Eylül’den itibaren Beyrut’a haftanın 6 günü uçacağını açıkladı, e tabii bana da hiç düşünmeden gitmek düştü Beyrut’a! 🙂

beyrut_saat_kulesi

Beyrut’un simgelerinden olan tarihi saat kulesi

Gitmeden önce tabii hazırlıklarımı da yaptım, Lübnanlı arkadaşlarımdan dinlediklerimin dışında, Ece Temelkuran’ın Beyrut’ta geçen kitabı “Muz Sesleri”ni okudum öncelikle, ardından da ünlü Lübnanlı yazar Amin Maalouf’un “Doğu’nun Limanları”nı. Ece Temelkuran’ın kitabını bitirdiğimde fazla beğenmedim diye düşünmüştüm ama Beyrut’a gidip de kitapta geçen herşeye tek tek şahit olunca, bana ne kadar çok şey öğrettiğini görünce aslında ne kadar güzel ve faydalı bir kitap olduğunu anladım, size de tavsiye ederim. Tabii bir de internet üzerinden bol bol okudum, sadece tarihini, siyasetini değil, şehrin gece hayatı, sosyal hayatı hakkındaki tavsiyeleri de…

byblos_lubnan

Ece Temelkuran’ın “Muz Sesleri” kitabına adını veren muz bahçelerinden birinin önünde, elimde de tasarımını çok beğendiğim Lübnan bayrağı. Yer ise Beyrut’un yarım saat kuzeyinde bulunan, tarihi 7000 yıl öncesine dayanan antik Byblos kenti…

Neyse, çok uzun bir açılış yazısı oldu. Gelelim bu güzel, kırılgan, her defasında kendi küllerinden yeniden doğan ülkeyi ve başkentini anlatmaya. Beyrut, şimdiye kadar gezdiğim şehirler arasında bana kendimi en ait hissettiren şehir oldu. Neden bilmiyorum ama insanı kendine acayip çeken bir yönü var. Lübnan’ın Ajda Pekkan’ı diyebileceğimiz, ülkenin milli kimliğinin bir parçası olarak görülen ünlü şarkıcısı Feyruz da (Fairouz) iç savaş yıllarında dahi ülkesini bırakmamış ve Beyrut diye yakardığı bir şarkı yapmış. Hala heryerde bu şarkıyı duymak mümkün. Biz şehirde arabayla gezerken bol bol dinledik, siz de yazımı okurken bir yandan bu şarkıyı dinleyin. İşte linki de burada: Fairouz – Li Beyrut

beyrut_sokaklari_lubnan

Beyrut sokakları… Ve çok güzel ama bakımsız tarihi binalar… Savaş bir nevi korunmasını sağlamış bu binaların. Türkiye’de tarihi binalar yıkılıp yerlerine çirkin apartmanlar dikilirken, Beyrut’ta savaştan dolayı yeni bina yapamadıkları için eskilerini de yıkmamışlar.

beyrut_sokak_lubnan

Başka bir tarihi binanın önünde…

Lübnan çok küçük bir ülke, nüfusu sadece 4 milyon ve bunun 2 milyon kadarı başkent Beyrut’ta yaşıyor. Türkiye’nin yüz ölçümü 750.000 m² iken Lübnan’ınki sadece 10.000 m²… Doğu Akdeniz’de 235 km’lik sahil şeridi boyunca dağ ile deniz arasında sıkışmış ve bu yüzden bu sahil şeridi boyunca aralıksız olarak yerleşim var ancak sahil şeridi de yetmemiş, dağlara ve yamaçlarına da yerleşim kurmuşlar. Aslında ülkenin nüfusunun 4 milyon olmasına rağmen, büyük çoğunluğu Brezilya’da olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinde 15 milyona yakın Lübnan kökenli insan yaşıyormuş. Bu diyasporanın bir kısmı Osmanlı’nın son döneminde göç ederken büyük bir kısmı da iç savaş sırasında göç etmiş.

lubnan_jounieh

Beyrut’un 15 dakika kuzeyinde yer alan arkadaki dağın adı Harissa, koy ve kasabanın ise Jounieh. Tepede yaklaşık 100 yıl önce yapılmış dev Meryem Ana heykeli var. İzmir’in Teleferik semtine çok benziyor. Zaten teleferikle çıkılıyor. Ama biz arabayla çıktık gece ve manzara inanılmazdı. Biraz da Monako’yu da andırmıyor değil…

lubnan_harisa

Bu da Harissa’ya giden yol üzerindeki tepelerden birinde bulunan Hz. İsa heykeli…

Zaten kendi anlatımlarına göre iç savaşın çıkarılma amacı da buymuş. İsrail’i kurarken, İngiltere ve Amerika’nın amacı, Yahudi nüfusu Filistin’e yerleştirirken, Müslüman Filistinliler’in Lübnan’a yerleşmesi ve o dönem büyük çoğunluğu Hıristiyan olan Lübnanlılar’ın da dünyanın çeşitli yerlerine göç etmesiymiş ve bu planı uygulamaya koymuşlar. Öncelikle İsrail kurulduktan sonra yüzbinlerce Filistinli Lübnan’a göç etmiş, daha sonra Amerika ve İngiltere Lübnanlı Hıristiyanları kışkırtmış ve Müslümanların sayısının gittikçe arttığını söyleyerek onları silahlandırmış. Bir yandan da İran ve Suriye gibi ülkeler de ülkede bulunan Sunni ve Şii Müslümanlar’ı silahlandırmaya başlamış ve sonunda savaş çıkmış. Öncelikle Müslümanlar ve Hıristiyanlar birbiriyle çatışırken, daha sonra Hıristiyan gruplar kendi aralarında, Müslüman gruplar da kendi aralarında çatışmaya başlamış, İsrail’in bombardımanları araya girmiş derken neden savaştıklarını unutacak hale gelmişler ve nihayet 1989’da imzalanan Taif Antlaşması’yla savaş sona ermiş. O günden itibaren yaralarını sarmaya başlamışken, 2006 yılında ülkede politik ve askeri bir güce sahip Hizbullahla İsrail arasında çıkan çatışma sonrası, İsrail ülkeyi 2006 Temmuz’unda yine bombalamış. Ancak Beyrut yaralarını tekrar hızla sarmış ve eski ihtişamlı günlerine yavaş yavaş kavuşmaya başlamış.

beyrut_holiday_inn_lubnan

Kurşun izleriyle dolu Holiday Inn oteli 1975’teki iç savaşın başlamasından birkaç hafta önce açılmış ve yüksek ve sağlam yapısından dolayı keskin nişancıların konuşlandığı bir nokta olmuş. Bütün şehirde yenileme çalışmaları devam ederken Holiday Inn otelini, ibret olması açısından yenilemiyorlarmış. Kurşun delikleri savaşın ne kadar derin yaralar açtığını fazlasıyla gösteriyor.

Şehir tam bir şantiye alanı. Heryerde restorasyon çalışmaları, boş arazilerde de yeni ve lüks konutların inşaatları var. Büyük bir kısmı bitirilmiş olan saat kulesi çevresindeki şehrin merkezi ise gerçekten çok güzel olmuş, eski ihtişamına kavuşmuş. Her yerde her daim insan dolu kafeler ve dünyaca ünlü lüks markaların bulunduğu mağazalar var.

beyrut_kornis_lubnan

Beyrut’un korniş denen kordonboyu… Gündüz spor yapan insanlar, gece de gezintiye çıkan aileler ve turistlerle dolu. Bana fazlasıyla İzmir’i anımsattı, şehrin birçok yeri gibi…

beyrut_roma_hamamlari_lubnan

Arka planda ön kısımdaki taşların olduğu kısım antik Roma hamamları… Hemen arkasındaki tepede görünen yapı ise artık devlete ait resmi bir bina olarak kullanılan Osmanlı’dan kalma eski hastane binasıymış.

Beyrut, tam da benim sevdiğim gibi, tepeler üzerine kurulmuş, bol inişli ve çıkışlı. Tarihi binaları, belki de savaştan dolayı yerlerine yenileri yapılamadığı için yıkılmaktan korunmuş, çok estetik bir şehir. Ayrıca korniş dedikleri kordonboyu da var ki, insana fazlasıyla İzmir’i anımsatıyor. Kordonboyunda gündüz spor yapan insanlar, akşam ise gezmeye çıkan aileler ve turistler var ve her daim kalabalık. Kalabalık olan sadece kordonboyu değil, özellikle Gemayzeh’de (Cimeyzi) toplanmış olan kafeler, barlar, gece kulüpleri… Beyrut gençleri, bu yarınsızlıktan mıdır bilmem eğlenmeyi çok seviyorlar. 2006’da ki bombardıman sırasında bile aldırmadan eğlence mekanlarına gitmeye devam etmişler. Ayrıca kızları da çok güzel ve bakımlılar. Hatta sadece Beyrut’ta değil, dağ köylerinde bile kadınlar bakımlı ve güzeller. Zaten güzellik Lübnanlılar’ın milli hastalığı olarak biliniyor. Bankalar estetik ameliyatlar için kredi veriyorlarmış ve bu konuda dünyada teklermiş.

beyrut_gemayzeh_lubnan

Gemayzeh (Cimeyzi) Beyrut’ta sağlı sollu küçük barların ve gece kulüplerinin olduğu bir cadde ve hemen hemen her mekan güzel insanlarla dolu. Bir de bizim Ortaköy trafiğine benzeyen bir trafik var her gece… Arka planda görünen camii silüetinin bu eğlence merkeziyle oluşturduğu kontrast da ayrıca hoşuma gitti.

Beyrut ve Lübnan deyince, tabii ki Akdeniz ve dolayısıyla plajlar da aklımıza geliyor, gelmeli. Beyrut’un kuzey ve güneyinde, 30 dakikalık uzaklıkta ulaşabileceğiniz birçok beach club var. Ancak beach clublarda denize girmekten çok havuzda içkilerini içip, birbirlerini izlemeyi ve çılgın akşam partilerinde dans etmeyi seviyor Lübnanlılar.

beyrut_beach_club_lubnan

Burası Oceana Beach Club. Onun dışında Eddie Sands, Senses ve Cyan da en bilinen beach clublar. Eğer yaz sezonunda gidecekseniz, mutlaka bu beach club’lardan en az ikisine gitmenizi tavsiye ederim. Giriş ücreti normal zamanda 25.000 Lübnan Lirası (25 TL) iken, özel bir parti varsa eğer, 60.000 LL civarlarında…

Gelelim yemeklerine. Hepsine de bayıldım ki ben çok yemek seçerim. Bizim mutfağımıza da benziyor ama kendine has özellikleri de var tabii. Tabuli, manuşi, humus ilk aklıma gelenler… Bir de mutlaka tavsiye ederim, Lübnan şarabını tadın. Ben Ksara içtim ve gerçekten çok beğendim. Bir de Lübnan’ın ve Ortadoğu’nun tek bira markası olan Almaza’yı deneyin. Milli içkileri ise arak, bizim rakının aynısı. Dönüşte bir şişe aldım ancak hala tadamadım, o yüzden yorum yapamıyorum. Bu kadar içkiden bahsetmişken, şehrin en popüler üç gece kulübünün isimlerini de verelim: White, Sky Bar ve Beiruf.

lubnan_mutfagi_tabuli

Arkadaşımın annesinin hazırladığı akşam yemeklerinden biri. Tabuli, maklubi ve tabbal yedik. Hepsi de nefisti. Ülkeyi sevdiğim kadar yemeklerini de çok sevdim.

lubnan_yemekleri

Bu da Hamra’ya yakın, Professeur isimli salaş ama meşhur restoranda yediğimiz “foul”ve çeşitli Lübnan mezeleri. Gitmenizi kesinlikle tavsiye ederim.

Ve Lübnanlılar… Tarih boyunca Fenikeliler’den başlamak üzere Yunanlar, Romalılılar, Türkler ve Kudüs’e gitmek üzere Lübnan’dan geçen Haçlılarla karıştıklarından mı bilmem çok güzel bir ırklar, kendileri de bunun farkındalar ve biraz burunları havada bu konuda. Bizdeki gibi sarışın, esmer, kumral her tipten insan var. Anadilleri Arapça olmasına rağmen kendilerini Arap olarak görmüyorlar, Fenikeliler’in torunları olan melez Akdenizli bir halk olduklarını söylüyorlar ve diğer Araplardan bahsederken “Araplar geldi, Araplar şöyle yaptı, Arap böyle yaptı” diyerek Arap olmadıklarının altını çiziyorlar. Üstüne bir de kendi konuştukları Arapça’nın yüksek Arapça olduğunu ve en güzel Arapça’yı konuştuklarını iddia ediyorlar. Zaten sadece 4 milyonluk nüfusuna rağmen, Arap dünyasının bir nevi kültür başkenti Lübnan. Feyruz dışında Haifa Wehbe -ki bence görebileceğiniz en güzel kadınlardan biridir- ve Elissa gibi bütün Arap dünyasında çok meşhur şarkıcıları var. Ben oradayken Elissa’nın “Habeli Habibi” şarkısı da heryerde çalıyordu ve bayıldım. Bir de tabii başta kitabını okumuş olduğum Amin Maalouf ve Halil Cibran gibi ünlü yazar ve şairleri var. Dünyaca ünlü moda tasarımcıları Elie Saab’ı da unutmamak lazım.

Lübnanlılar çok eğitimliler ve hemen herkes, özellikle de gençler çok iyi derecede İngilizce ve Fransızca konuşuyorlar. Zaten günlük Arapça konuşmalarının arasında bol miktarda İngilizce cümleler kullanıyorlar. “Habibi” kelimesinden bahsetmeden de olmaz. Hemen herkes birbirine habibi diye sesleniyor. Ben “aşkım” anlamına geldiğini sanıyordum bu kelimenin ama sokakta yol sordukları insalara bile habibi diye sesleniyorlar. Bir de bizim de sık kullandığımız “yani” kelimesini çok fazla kullanıyorlar. “Khalas”ı da unutmamak lazım. Tamam ya da boşver ya da bitti gibi çeşitli anlamlarda kullanılan bu kelimeyi sürekli bir yerlerde duyuyorsunuz.

beyrut_hamra_caddesi_lubnan

Hamra Caddesi şehrin en kalabalık ve popüler noktalarından birisi… Bizim Bağdat Caddesi’nin küçük bi versiyonu diyebiliriz, cadde boyunca çok sayıda mağaza ve kafe var.

beyrut_hamra_festivali_lubnan

Beyrut’ta olduğum süre dahilinde üç gün süren Hamra Festivali’ne de denk geldim. Festival için Hamra Caddesi trafiğe kapatılmıştı, cadde boyunca farklı sahnelerde konserler vardı, bir de hediyelik eşyalar ve lokal yemeklerin satıldığı çadırlar.

Gelelim Lübnanlılar’ın mozaik yapısına. Ülke nüfusunun yüzde 35’i Hıristiyan, yüzde 28’i Şii, yüzde 28’i Sunni, yüzde 5’i Dürzi ve geri kalanı da farklı etnik ve dini gruplara mensup. Bu demografik yapı ülkenin siyasetine de yansımış ve kendi geliştirdikleri, eşit temsil sağlayan bir siyasi sistem geliştirmişler. Bu sisteme göre ülkenin başbakanı Sunniler’den, Cumhurbaşkanı Hıristiyanlar’dan ve meclis başkanı da Şiiler’den seçiliyor. Ayrıca 128 kişilik mecliste de sandalyeler Müslümanlar ve Hıristiyanlar olmak üzere yarı yarıya paylaşılmış. Uzun süren ve ülkenin yıkımına sebep veren iç savaştan sonra artık akıllanmışlar ve kendi aralarında çok fazla sorun yaşamıyorlar ve dış güçlerin etkilerinden de kurtulmaya çalışıyorlar. Halkın ise zaten birlikte yaşamakla ilgili bir sorunu yok benim gördüğüm kadarıyla. Hıristiyanlar’ın çoğunun Beyrut’un doğusundaki Ashrafieh (Eşrefiye) mahallesinde ve Müslümanlar’ın da batıda yaşamasına rağmen, birlikte yaşanan mahalleler de mevcut ve günlük hayatta da zaten hep birlikteler. Çok hoşuma giden başka bir şey ise, bir çok yerde cami ve kiliselerin dip dibe olması. Çok güzel bir harmoni. Ülkenin nüfusunun yüzde 4 kadarı da çoğu 1. Dünya Savaşı sırasında başta Adana olmak üzere Anadolu’dan göç etmiş olan Ermeniler’den oluşuyor. Benim tanıştığım 50’li yaşlarında Ermeni bir kadın, çok güzel Türkçe konuşuyordu, tabii modern görüntüsüyle tezat olarak biraz eski ve şiveli bir Türkçe’yle. Söylediğine göre onun yaşıtı olan bir çok Ermeni, büyükannelerinden ve dedelerinden Türkçe öğrenmişler ve konuşabiliyorlarmış. Arap ülkelerinin geri kalanında olduğu gibi, Lübnan’da da çok popüler olan Türk dizilerini, Arapça olarak değil, bir araya gelip uydu sayesinde Türk kanallarından Türkçe olarak izliyorlarmış.

beyrut_cami_kilise_lubnan

Bayram sabahı, namaz sonrası… Ama Lübnan’da bayram bizden bir gün sonra başladı. Her sene ayın durumuna göre son gün karar veriyorlarmış bayram gününe!? Arkadaki camii de Beyrut’un merkezinde, Osmanlı-Türk mimarisinde 2002-2007 yılları arasında inşa edilen, adını peygamberimizden alan Muhammed El Emin Camii. Dikkatinizi çekerim hemen yanında da kilise var. Namazı kıldıktan hemen sonra kilisenin önünden geçerken kilisenin çanları çalmaya başladı. Bu harmoni çok hoşuma gitti.

beyrut_lubnan_cami_kilise

Arka planda yine yanyana başka bir cami ve kilise… :))

Lübnan çok küçük bir ülke ama hemen herşey mevcut. Zaten bu yüzden pek paylaşılamıyor sanırım. Akdeniz boyunca uzanan güzel plajlar dışında, tıpkı Antalya civarında olduğu gibi sahilin hemen birkaç kilometre gerisinden başlayan, çam ağaçlarıyla dolu dağlar da çok güzel. Sahilde hava 35 derece civarında iken 15-20 dk’da içinde dağ köylerine giderek çok serin ve bol oksijenli havaya ulaşabilirsiniz. Ayrıca tıpkı Beyrut’un içinde olduğu gibi, dağ köylerinde de mimari çok güzel. Sarı taşlardan yapılmış, 1-2 katlı, Osmanlı ve Rum mimarisi karışımı, genelde mavi ve yeşil panjurlu, balkonlu evler var her yerde… Bu arada dağ demişken, Lübnan Ortadoğu’da kar yağan tek yer olmasıyla da ünlü. Zaten ismini de, karlı dağlarından dolayı Arapça’da beyaz anlamına gelen “lbn” kökünden almış. Belli mevsimlerde, Antalya’da olduğu gibi önce denize girip ardından dağa çıkarak kayak yapılabiliyormuş.

Biz bir de Beyrut’tan 3,5 saat öteye, ülkenin kuzeydoğusuna, Lübnan bayrağına da simge olmuş tarihi Lübnan sedirlerini görmeye gittik. Yol boyunca geçtiğimiz Kadişa Vadisi’nin manzarası gerçekten inanılmazdı, özellikle de bölgenin en büyük köyü olan, bölgeye de adını veren Bişerri’nin (Bsharri) hemen üzerinde, tarihi sedir ağaçlarının bulunduğu alana gelmeden konuşlanmış olan seyir terasından vadinin manzarasına bakmaya doyamadık. Bişerri ve çevredeki diğer köyler, İsviçre kasabalarını anımsattı bana. Yamaçlara kurulmuş, estetik taş evler, kiliseler… Kışın karla kaplı olunca daha da güzel oluyormuş. Gitmenizi mutlaka tavsiye ederim. Lübnan’a tekrar gidince, Bişerri’ye de yine gitmeyi, hatta bu sefer 1-2 gece konaklamayı bile düşünüyorum. Dağdaki kasaba ve köylerinin nüfusunun büyük çoğunluğu Hıristiyan. Zaten baskılardan kaçmak için böyle yükseklere taşınmışlar. Sedir ağaçları da koruma altına alınmış. 3000 yıllık birçok sedir ağacı var ve Hz. İsa’nın da bu sedir ağaçlarını görmeye gelmiş olduğuna inanıyorlar. Lübnan sediri denen, yüzyıllar boyunca yaşayabilen bu ağaçların en yoğun olarak görüldüğü bir başka yer ise Türkiye’de, Antalya ve çevresinde Toros Dağları’nın zirveleri…

kadisa_vadisi_lubnan

2500 metreden, ilk Hıristiyanların baskılardan kaçmak için sığındıkları mağaralara ev sahipliği yapan Kadişa Vadisi.

lubnan_sediri

Lübnan bayrağına esin kaynağı olan, hemen hemen 3000 yıllık meşhur tarihi sedir ağaçlarından birisi… Hz İsa’nın da gelip bu ağaçları gördüğüne inanılıyormuş.

Lübnan parasına gelelim. Lübnan’ın da para birimi Lira. 1000 Lübnan Lirası, 1 Türk Lirası’na eşit. Bu da hesap yaparken işimizi çok kolaylaştırıyor. Resmi para Lübnan Lirası olmasına rağmen, Amerikan Doları da aynı derecede çok kullanılıyor. Marketten su alırken bile Amerikan Doları kullanabilirsiniz. Zira verdikleri fişlerde de hem dolar hem lira olarak miktar belirtiliyor. Bir de paraların üzerinde hiç bir liderin, tarihi ya da kültürel bir kişiliğin resmi yok. Herkes büyük parada kendi etnik ya da dini grubundan bir kişinin parasını isteyeceği için, hiç koymamaya karar vermişler.

Fiyatlar yeme içme konusunda eğer lüks bir restoran ya da gece kulübüne gidiyorsanız İstanbulla hemen hemen aynı, ancak onun dışında çok daha ucuz bize kıyasla. Giyim alışverişi yapmayı ise aklınızdan bile geçirmeyin. Zara gibi standart fiyatların bulunması gereken mağazalar bile daha pahalı. Zaten bir çok kişi de gelip Türkiye’den yapıyormuş giyim alışverişini. Benzinse çok çok ucuz. 40.000 LL’na (40 TL) 27 litre benzin alınabilirken Türkiye’de aynı paraya sadece 13 litre benzin alabiliyoruz. Bir kere daha dünyanın en pahalı benzinini kullanan ülke olduğumuzu hatırlamış oluyorsunuz bu vesileyle! Aklıma gelmişken, zira benim için önemli bir konu, şunu da hatırlatayım istedim. Ülkenin tüm gelişmişliği ve modernliğine rağmen Starbucks, Cafe Costa gibi uluslararası zincirler hariç hiçbir kafede internet bulamıyorsunuz. Buralarda da belirli bir ücret karşılığı kullanılabiliyor. Ayrıca internet kafe bulmak da çok zor. O yüzden internet konusuna pek güvenmeyin, hem bir hafta teknoloji olmadan yaşamak da güzel bir değişiklik olabilir.

kadisa_vadisi_biserri_lubnan

Dağlarda yamaçlara kurulmuş, sarı taştan yapılmış, çok güzel bir mimariye sahip, genellikle yeşil ya da mavi panjurlu evlerden birisi..

kadisa_vadisi_ev_bsharri_lubnan

Bu eve bayıldım.

Neyse, dönelim en önemli konumuza, nasıl gideceğimize ve nerede kalınacağına. Dediğim gibi, Pegasus Havayolları 1 Eylül’den beri haftanın 6 günü Beyrut’a karşılıklı seferler düzenliyor, sanırım Kasım ayından itibaren de her gün olacak bu seferler. Ben de ilk hafta uçan, Pegasus’un ilk Beyrut yolcularından biriydim. Tek yön uçuşlar, vergiler dahil sadece 99$, yani 150 TL’den daha az. Hatta kampanya zamanlarına denk gelirseniz daha da ucuza uçabilirsiniz. Bu etkileyici şehri görmek için kesinlikle çok güzel bir fırsat. Hatta bence haftasonları Bodrum’a, Çeşme’ye gitmek yerine, Beyrut’a gidilebilir ki çok daha ucuza geliyor gerek uçuşlar, gerek konaklama gerekse de eğlence masrafları. Uçuş mesafesi de İstanbul’dan sadece 1 saat 30 dakika, hatta daha bile az. Yani Lübnan’a sadece kültür ve yaşam tarzı açısından değil, coğrafi olarak da çok yakınız.

kadisa_vadisi_bsharri_lubnan

Bişeri (Bsharri) köyü… Kış boyunca karla kaplıymış, nüfusun çoğu da Hıristiyan. Ben İsviçre kasabalarına benzettim. Çok güzel sarı taştan evler vardı yine ve güzel, bakımlı kadınlar.

Konaklamaya gelince, ben yine bir arkadaşımda kaldım, bahsetmiştim daha önce de gittiğim yerlerde o ülkeden insanlarla vakit geçirmekten hoşlandığımı. Tabii Lübnan’da da öyle yaptım, Lübnanlı bir arkadaşımda kaldım, onunla ve arkadaşlarıyla vakit geçirdim ve belki de bu yüzden Beyrut’u ve Lübnan’ı daha da çok sevdim. Ama tabii sizler için de şehir merkezinde, uygun fiyatlı otellerin isimlerini aldım. İki kişilik oda fiyatları 89$ ila 130$ arasında değişiyor, tabii pazarlık da mümkün: Bay View Hotel ve Bella Riva Suite Hotel … Bunların dışında yok eğer ben lüks severim derseniz, Phonicia ve Four Seasons şehrin en iyi otelleri olarak biliniyor…

Neyse, yine tekrar etmiş olacağım ama bence kesinlikle gitmelisiniz. Ben tekrar gitmeyi “düşünüyorum” bile demiyorum, kesinlikle tekrar gideceğim, haftasonu için bile olsa. Hatta Beyrut’a gidip, oradan karayoluyla Suriye’yi de gezerek Türkiye’ye dönmeyi planlıyorum. Bence siz de fazla düşünmeyin ve hemen biletlerinizi alın, kalacak yerinizi ayarlayın ve bahsettiğim kitapları da okuyup seyahat planlarınızı hayata geçirin. Bir de ben de henüz izlemedim, ama en kısa zamanda izleyeceğim, Beşirle Vals (Waltz with Bashir) diye bir film var, onu da izleyin gitmeden önce. Şimdiden iyi yolculuklar dilerim. Gidip geldikten sonra da izlenimlerinizi, tavsiyelerinizi, bu ülkeden benim kadar etkilenip etkilenmediğinizi aşağıda yorum olarak paylaşmanızı bekliyorum… :))